ENBİYA 42 / 44 |
قُلْ مَن
يَكْلَؤُكُم
بِاللَّيْلِ
وَالنَّهَارِ
مِنَ الرَّحْمَنِ
بَلْ هُمْ
عَن ذِكْرِ
رَبِّهِم
مُّعْرِضُونَ
{42} أَمْ لَهُمْ
آلِهَةٌ
تَمْنَعُهُم
مِّن
دُونِنَا
لَا
يَسْتَطِيعُونَ
نَصْرَ أَنفُسِهِمْ
وَلَا هُم
مِّنَّا
يُصْحَبُونَ
{43} بَلْ
مَتَّعْنَا
هَؤُلَاء وَآبَاءهُمْ
حَتَّى
طَالَ
عَلَيْهِمُ
الْعُمُرُ
أَفَلَا
يَرَوْنَ
أَنَّا نَأْتِي الْأَرْضَ
نَنقُصُهَا
مِنْ
أَطْرَافِهَا
أَفَهُمُ
الْغَالِبُونَ
{44} |
42. De
ki: "Gece ve gündüz Rahman'a karşı sizi kim koruyabilir?" Hayır,
onlar Rabblerinin zikrinden dahi yüz çevirenlerdir.
43.
Yoksa onların kendilerini Bize karşı koruyan ilahları mı vardır? Onlar kendi kendilerine
bile yardım edemezler. Onlara tarafımızdan destek de verilmez.
44.
Hayır. Biz bunları da, atalarını da o kadar faydalandırdık ki ömürleri uzayıp
gitti. Bizim arza gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Acaba
üstün gelenler onlar mıdır?
"De ki: Gece"
uyuduğunuz vakit "ve gündüz" uyanıp işlerinizi gördüğünüzde
"Rahman'a karşı" yani O'nun azap ve intikamından "sizi kim
koruyabilir?" Yani sizi kim bekler ve kim muhafaza eder. Bu da Yüce
Allah'ın: "Allah'a karşı" yani Allah'ın azabına karşı "bana kim
yardım eder?" (Hud, 63) buyruğunu andırmaktadır.
"Bekçilik ve
korumak" demektir. "Allah onu korudu" anlamındadır.
"Allah'ın koruması altında git" denilir. (...): Onlara karşı kendimi
korudum" anlamındadır.
Şair İbn Herme şöyle
demiştir: "Şüphesiz ki Süleyma -ki Allah onu korusun- (vermiş olması
halinde) hiç de kendisine zarar vermeyecek, Bir şeyini eksiltmeyecek bir
hususta bize cimrilik etti."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Çöktürdüm devemi ve onun (uyumayan) gözüyle kendimi
korudum."
el-Kisai ve el-Ferra
ise: "Sizi koruyabilir" buyruğunun "lam" harfi üstün ve
"vav" harfi sakin okunduğunu naklettikleri gibi yine her iki halde de
hemzenin hafif okunduğunu da nakletmişlerdir. Ancak bilinen şekil hemzenin tahkikidir.
Bu da genel olarak kıraat alimlerinin okuyuşudur.
(...) şeklindeki okuyuşa
gelince; bu da en-Nehhas'ın naklettiğine göre iki bakımdan yanlıştır. Evvela
hemzenin değiştirilmesi ancak şiirde olur. İkincisi, mazide (buna göre)
"ya" ile; (...) demeleri gerekir ki, bu takdirde mana değişir. Çünkü
bu, onun böbreğini ağrıttım, anlamına gelir. Bir kimse birisine; (...) diyecek
olursa; Allah'ın onun böbreklerine ağrı vermesi için beddua etmiş olur.
Şöyle de denilmiştir: Burada
ifade soru anlamında olmakla birlikte maksat nefiydir ve ifade: Sizi, O'ndan
başka koruyacak kimse yoktur, takdirindedir.
Hitab, aralarından
Allah'ın yaratıcılığını kabul edenleredir. Yani sizler, O'nun yaratıcı olduğunu
kabul ettiğinize göre; sizin çabuk gelmesini istediğiniz azabı başınıza
getirmeye kadir olan da O'dur.
"Hayır, onlar
Rabblerinin zikrinden" yani Kur'an-ı Kerim'den, Rabblerinin öğütlerinden
diye açıklandığı gibi, O'nu bilip tanımaktan diye de açıklanmıştır; "yüz
çevirenlerdir" başka şeylerle oyalanarak gaflete düşenlerdir.
"Yoksa onların
kendilerini Bize" yani azabımıza "karşı koruyan ilahları mı
vardır?" Buradaki; "Onların ... mı" buyruğunda "mim"
sıladır (fazladan gelmiştir).
"Onlar" yani
kafirlerin kendilerine yardımcı olacaklarını zannettikleri bu varlıklar bizzat
"kendi kendilerine bile yardım edemezler." Nasıl kendilerine ibadet
edenlere yardım edebilsinler?
"Onlara
tarafımızdan destek de verilmez." İbn Abbas dedi ki: Onlar tarafımızdan
korunmazlar. Onlar tarafımızdan himaye edilmezler, diye açıklandığı
nakledilmiştir. Taberi bu ikinci açıklamayı tercih etmiştir. Araplar; (...)
sözleriyle; ben seni filana karşı korurum, desteklerim derler. Şair de şöyle
demektedir: "Sesi çıkabildiği kadar himaye isteyerek seslenir, Ona karşı
korunmak maksadıyla, halbuki mızraklar da ona pek yakındır."
Ma'mer, İbn Ebi
Necih'ten, o Mücahid'den şöyle dediğini nakletmektedir: Onlara yardım olunmaz,
yani onlar korunmazlar. Katade dedi ki: Allah onlara hayır namına bir şey
vermez ve rahmetini onlara arkadaş kılmaz.
"Hayır. Biz bunları
da atalarını da o kadar faydalandırdık ki ... " İbn Abbas dedi ki:
Mekkelileri kastetmektedir. Yani Biz, hem onlara, hem de atalarına bol bol
nimetler verdik ki, nimet içerisinde "ömürleri uzayıp gitti" ve bu nimetlerin
kendilerinden alınmayacağını sandılar, aldanışa düştüler ve Yüce Allah'ın delil
ve belgeleri üzerinde düşünmekten yüz çevirdiler.
"Bizim arza gelip
onu etrafından eksilttiğimizi görmüyorlar mı?" Yani ey Muhammed, senin
Mekke çevresinde bulunan yerlere peşpeşe galip geldiğini, etrafındaki şehirleri
biri diğeri ardınca fethettiğini görmüyorlar mı? Bu anlamdaki açıklamaları
el-Hasen ve başkaları yapmıştır. Öldürmek ve esir almakla ... diye de
açıklanmıştır ki, bunu da el-Kelbi nakletmektedir, anlam birdir. Bu hususa dair
yeterli açıklamalar daha önceden (er-Ra'd 41. ayetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır.
"Acaba üstün
gelenler onlar mıdır?" Yani Biz, onların çevrelerini eksiltip durduktan
sonra Mekke kafirleri mi üstün geleceklerdir? Aksine sen onlara galip gelecek
ve onları yenik düşüreceksin.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN